FERZAN ÖZPETEK – ‘İSTANBUL KIRMIZISI’

Sinemada renkli filme geçildiğinden beri renkler üzerinde anlam yaratma çabası hiç bitmedi. Kuşkusuz bütün yönetmenler dramatik etkiyi artırmak için renge başvurdular. Senaryoda anlamı kuvvetlendirme amacı taşıyan ‘renk’ giderek bir biçim öğesi haline geldi. Beyaz, mavi, kırmızı, yeşil, en çok da kırmızı… Elbette sanatçı anlam yaratma konusunda istediği rengi seçme konusunda özgürdür, lakin her ne renk seçilirse seçilsin renk, diğer görsel – anlatısal öğelerle uyum içinde olmak zorundadır. Daha başka bir ifadeyle renk bir filmin içeriğinden soyutlanıp tek başına herhangi bir anlam ifade etmez.

Ferzan Özpetek’in tamamını Türkiye’de çektiği aynı adlı kitabından uyarladığı ‘İstanbul Kırmızısı’ isimli filmde hakim renk adı üstünde kırmızıdır. Özpetek; ‘İstanbul Kırmızısı’nın öyküsüne nasıl yola çıktığını şöyle anlatıyor: “Kitabın ismi annemin benden istediği kırmızı ojeden geliyor. Ama aslında içinde bir sürü kırmızılar var. Kitabı okuyanların içinde bulacağı kırmızılar bunlar. Kitabı yazarken bu arada Gezi olayları oldu mesela ve orada kırmızılı kadın vardı. Bir de İstanbul’da benim evimden gördüğüm İstanbul’un mavi ile kırmızıya karışan bir gökyüzü vardır. Aslında İstanbul’u hep mavi olarak düşünürüz. O kırmızının, o gökyüzüne karışması benim çok hoşuma gider hep.”

Filmin öyküsüne gelince; uzun yıllar yurt dışında yaşayan yazar-editör Orhan Şahin, ünlü yönetmen Deniz Soysal’ın ilk kitabı üzerinde çalışmak için İstanbul‘a gelir. Deniz ailesiyle birlikte İstanbul’da kırmızı renk bir yalıda yaşamaktadır. Orhan yalıda denizle çalışmaya hazırlanırken ertesi gün Deniz ortadan kaybolur ve Orhan öylece ortada kalır. Deniz’in ailesi Deniz’in ortadan kayboluşuyla ilgili teoriler geliştirirken, Orhan yıllar sonra döndüğü İstanbul’da geçmişle yüzleşir. Anlatılanlardan yola çıkan izleyici; Deniz’in neden ortadan kaybolduğunu düşünürken Orhan’ın duygusal yüzleşmesinin bu kayboluşla ilgisi var mı çözmeye çalışır. İzleyici anlam arama çabasını finalde bağlayacaklar umuduyla sürüklenip giderken bu arayış finalde sonuçsuz kalır.

Halit Ergenç, Tuba Büyüküstün, Nejat İşler, Mehmet Günsür, Serra Yılmaz gibi iddialı oyuncu kadrosunun olduğu ‘İstanbul Kırmızı’sı’ kafası karışık senaryosundan dolayı Ferzan Özpetek filmografisinden yola çıkıp büyük beklenti içerisine giren izleyicide hayal kırıklığına neden oluyor. Peki usta bir anlatıcı, iyi bir oyuncu kadrosu,  iyi bir teknik, kısacası iyi bir film yapımı için bütün olanaklara sahipken neden olmadı bu film? Aslında sorunun cevabı çok basit: İyi bir film yapmanın yolu tek ve değişmez şartı her zaman iyi bir senaryodan geçer. İyi bir senaryo nasıl yazılır sorusuyla ilgili dikkat edilmesi gereken birinci kural soyut kavramlardan uzak durmaktır. Senaryoda yazılan her cümlenin hikayede ve görsel anlamda bir karşılığının olması bir anlam ifade etmesi gerekmektedir. İstanbul ve Kırmızı içinde bir sürü anlamın ve hikayenin olduğu şehir ve renktir.  Lakin oldukça dağınık, ana hikayenin ve yan hikayelerin birbiriyle anlam bütünlüğü olmadığı İstanbul Kırmızı’sında bütün kırmızılar anlamını yitirmiştir. Filmin hiç mi iyi yanı yok? Var tabii ki. Filmde anlam arayışını bir kenara bırakıp gözlerinizi kapatıp İstanbul’un seslerini dinleyin ve sonra gözlerinizi  açıp İstanbul’u seyreyleyin.